–Gitmem gerek, bu sabah geldim ve birkaç işlerim daha var, diye yanıtladı. Hayk duyduklarına hiç şaşırmadı.
Merdivenlerden indiler ve kedilerin şimdiden yeni ‘patronlarını’ beklediği ön kapıyı açtılar.
–Şimdi onları kendisi besliyor!
–Kim?
–Komşu, numaramı veren adam! Dediğim gibi, bunlar hepsi uzun hikâye.
Hayk kıkırdadı.
–Senin adın ne?
–Çağdaş. Türkiye'de demokratik bir toplumda ilk özgürlükler bunlar!
–Ben de Hayk. Ermeni halkının atasının adı olarak biliniyor.
Nedense sokakta bir sessizlik oldu.
–Kredi kartlarımı evde unuttum ve cebimdeki nakit tek yön taksiye yetti.
Hayk cüzdandan düzgün 20 avro çıkardı.
–Bu yeterli mi?
–Elbette, sigaraya bile yeter!
Vedalaşıp yollarını ayırdılar.
Hayk’ı, modern şehrin tarihi mahallelerinde, şarküteri alışverişi için bir yürüyüş bekliyordu.
15
David, güneşin yaz ışınlarının yeryüzüne vurduğu bir sabah sıcağından uyandı. Yandaki kanepede bir kız uyuyordu, adı Janna idi.
Davi kalktı ve pencereye doğru yürüdü, önünde duran camın ardından dışarıya baktı. Dar sokaklar, tarihin monoton döngüsünde kendileriyle tartışıyorlardı. Şehir duvarlarının tozunun altında açıklanamayan çelişkiler mevcuttu. Gölgeler mimari planın eski ihtişamını hatırlatıyorlardı.
Bu tür manzara İtalya'nın doğal devamı gibi görünüyordu, ancak iç ve dış faktörler bu mantıksal bağlantıyı kesmiş gibiydi.
Dünya tarihi hakkında çok az şey biliniyordu. Amerika'nın Koloniyal dönemine ve Kuzey'in Güney'le olan savaşlarına vurgu yapılıyordu.
Büyükannesini hatırlayarak aklın mantığıyla haklı çıkan sözlerini kalbinde hissetti:
“Birinci Dünya Savaşı'nın kanlı sonuçları olmasaydı, Anadolu'dan asla ayrılmazdık. İkinci Savaş çıkmasaydı, güzel İtalya'dan gitmezdim. Bu topraklar benim için eşit derecede vatan değerinde.”
Milano'da ortaya çıkan melodinin ritmi tekrar doğdu.
Perdeyi kapattı, pencereden uzaklaştı ve laptopu çıkardıktan sonra elektronik stüdyosunu aramaya başladı.
Jannette gözlerini açtı ve onu tüm dikkatle ekrana bakarken gördü:
–Günaydın, Amasya'ya bilet mi alıyorsun? diye sordu.
–Hayır. Şu an yapılacak daha önemli şey var – parçayı kaydetmek. Müzik… Anlıyor musun?”
–Anlıyorum.
–Günaydın, yanıtladı Davi.
Dün Janna, Simon’un hakkında uzun bir süre bahsediyordu. Kendi babasının onuruna, oğluna, Vardan adını verdi. Janna, Annette'in albümü, daha doğrusu ondan kalan sayfalar, büyükbabası Vardan'dan kaldığını anlattı.
Davi bu hikâyeyi, özel bir ilgiyle dinledi. Çünkü Annette'in okul yazılarında, manastırın diğer tarafındaki bir çocuktan ve ailesinden bahsediliyordu. Şimdilik bunun hakkında konuşmamaya karar verdi. Büyükannesinin albümüne dokunmak ve onun çocukluğu, eski sayfalarını çevirmek inanılmaz bir şey gibi geldi. Anlattığı, özlediği ve pişman olduğu şeyleri, her ağartılmış çizimlerde ifade edildi.
–Sabah, Arapça duayı duydun mu? sordu Janna.
–Rüyamda, beni rahatsız etmedi.
Birkaç kez ekranın fotoğrafını çektikten sonra bilgisayarı kapattı ve banyoya gitti.
Davi kapıda bu cümleyi yanlışlıkla atmış gibi söyledi:
-Sana mesaj yazacağım…
…ve en iyi Japon ve Alman üretim ekipmanların bulunduğu, prodüksiyon stüdyosunun adresine yöneldi.