İlk başta Karine ona doğru bakıyormuş gibi geldi. Kalbi durdu. Yine bu hülya dan vazgeçti. Ona ait değildi…
… Eğer ona seslenseydi, o da orada kalırdı. Ama bu defa sessizce onun gidişini izledi, sonsuza kadar.
Simon, babasını manastırın dışında yakaladı.
– Baba, ateş getirdim!
Simon çocuksu ellerinde kocaman bir meşale tutuyordu.
Babası Simon’un omuzuna dokundu ve ormanı işaret etti.
– Biraz yürüyeceğiz.
5
Askeri gemi, taşıdığı hasta mürettebatın yarısı ile Boğaz'a girdi. Geminin diğer yarısı ise İskenderiye’ den aldığı yaralı subaylardan oluşuyordu.
Türk deniz devriyesi güverte tarafına yaklaştı. Sıhhiye botları sağlık komisyonun gelmesini beklerken çapanın atılması emredildi.
– Ağır hasta var mı?
– Kaptan ve tüm mürettebat, diye bildirdi denizcilerden biri,
–Hepsi kabinlerinde ateş ve kramplar içindeler…
Devriye teknesi dönmek üzere burnunu karaya döndürdü:
– Sağlıkçı gelmeden kimse kıyıya çıkmasın!
Aynı akşam yaralılar karaya götürüldü. Ateşli hastalar ise Karantina Adası'na gönderildi. Bizans döneminde, bu ada deniz feneri istasyonu olarak kullanılıyordu. Şimdi ise adada küçük bir ameliyathanesi ve karantina bölümü olan bir hastane var. Ölen hastalar denize atılıyordu; iyileşenler ise 15 gün içinde karaya gönderiliyordu.
Kaptan ve tüm subaylar, fırkateynde sürekli gözetim altında tutuldular. Geniş bir kabine beş hasta yerleştirildi.
Bazı denizciler, gidecek hiçbir yerleri olmadığı için gönüllü olarak gemide kaldı. Sürekli bir yolculukta olduklarından, ayaklanmaların ve kıyımların çoktan başladığı karada ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Türk devriyesinin her gece gemiyi kontrol eden bir Alman subayına itaat etmesi herkese garip geldi. Her seferinde aynı soruları sorarak hasta kabinine giriyordu, arkasından mutlaka bir ölü çıkarılıyordu.
… Böylece Kaptan ve Raul yalnız kaldılar. Aralarındaki yataklar boşalmıştı ve çarşaflar aşağı çekilmişti.
Konstantinopolis'in merkezinde, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Hıristiyan aydınlarının kaderinin tartışıldığı Hükümet toplantıları yapılıyordu.
Herkes bir şeyler bekliyordu… Sanki bu karar Boğaz'ın çok ötesinde planlanıyordu.
Raul kendine geldi. Denizcilerin önemsiz konuşmasını duydu ve bu onun kurtulduğu anlamına geliyordu!
Ayağa kalkarken dayanılmaz bir acı hissetti ve başını yastığa geri koydu. Yattığı yerde döndüğünde Raul, uzaktaki bir yatakta Kaptan’ı gördü, nefes almakta zorlanıyor ve vücudu bitkin bir haldeydi. Hayat göğsünden çıkmış gibi görünüyordu.
Raul, biraz güç bulduktan sonra ilkbahar güneşinin tadını çıkarırken güvertede oturan denizciler ona seslendi.
– Raul Efendi! Size yiyecek hazırlayalım! Taze ceviz ve balık var!
Ayağa kalkmasına yardım ettiler.
– Ne kadar zaman geçti? diye sordu Raul.
– Sadece beş gün, Efendim!
6
Yol, Annette’e bitmeyecekmiş gibi görünüyordu. Annesi, at arabası viraja sapmadan önce atları hızlıca koşturdu. Sol tekerlek gevşemiş, kenara düşecek gibi görünüyordu.
Bir köylünün yanıma gelip tamir etmesi epey zaman almıştı. Erkek elleriyle cıvatayı taktı ve sabitledi.
– Hanımefendi, hazır!
Karine, ona bozuk paraları verdi.