Kendine kırık hissediyordu ve birkaç yudum içmek için dayanılmaz bir isteği içinde barındırıyordu.
Barın önüne oturdu ve bir Ermeni konyak istedi. TV yüksek sesle pandeminin ne kadar ciddi boyutlara ulaştığını ve Avrupa'ya hızla yayıldığını bildiriyordu. Mekanın sahibi kanalı değiştirdi ve sesi kıstı.
David menüye bir göz atarak nar soslu pastırma tabağı sipariş etti.
– Ermeni misin? diye soran adam elini uzattı, -Hayk.
– David, yarım sadece. Ben Amerikalıyım.
– Şimdi sana pastırmayı getireceğim ve dedemin Kayseri'deki hikayesini anlatacağım. Yüzyıllardır pastırma yapıyoruz!
Birkaç dakika sonra Davi'nın önüne ince dilimlenmiş etli bir tahta ve zarif bir kadeh kehribar brendi koyuldu.
11
İki ay sonra…
David baş ağrısıyla yatakta uzanıyordu. Ağrılar vakit geçtikçe güçlendi. Ayaklarının tamamen donmasına izin vermeden yavaşça kalktı ve çıplak tabanlarıyla soğuk bir zemine bastı. Pandemide pencereden dışarı bakma arzusu kayboldu. Can sıkıcı derin sessizliği sadece Katedral çanının sesi bölüyordu.
Davi' nin fiziksel formu yayılan bir virüse benziyordu. Kırılmanın üstesinden gelmek zor oluyordu. Sakinleştirici şuruplar ve uyku hapları bir türlü işe yaramıyordu. Bu durum sınırı aşmak üzereydi ve analjezikler, önceki kokain dozu gibi aynı alışkanlığa gelmişti. Sık görülen spazmlar, sarkık beynin uzak köşelerinde kendini hissettiriyordu.
Yarı uykulu bir zihinde pencereye doğru yürüdü ve ıssız bir sokağa baktı. Kafeler, restoranlar, marketler ve butikler kepenklerle sıkıca kapatılırken görünüyordu. David’ in beyaz, buz gibi toz keyif ile mücadele süresi, karantinayla aynı zamana denk geldi.
Pencere pervazında kirli bulaşıklar duruyordu. Hayk ve karısı düzenli olarak yemek gönderirdi. Birkaç gün boyunca David hiçbir şey yememişti. Kurutulmuş ekmek ve jambonu fark edince, sıcak kahvenin dumanını ve doyurucu bir sandviçin tadını hayal etti. Buzdolabına gitti, birkaç çeşit peynir ve jambon çıkardı. Kapsülü, kahve makinesine attı ve Americano düğmesine bastı.
Bir sonraki saat boyunca David üç fincan kahve içti. Akşam yemeğini düşünürken gözleriyle telefonu buldu. Ekranda göz gezdirirken, ilk gördüğü cevapsız aramalar oldu. Birisi onu, inatla bu uykusundan çıkarmak istemişti. Hayk tam beş kez aradı…
Davi bir mesaj yazdı ve aramasının ilk gününde tattığı konyak ile bir saat sonra ona uğramasını rica etti.
Komodinin yanına yaklaştı ve İtalya'da kaldığı süre boyunca ele geçirmeyi başardığı tek tek kâğıtların üzerinde parmaklarını gezdirdi. Bu sayfalar, arşiv bilgilerinden veya okul alıntılarından daha fazlasıydı. Annette'nin gerçek hikâyesi, onu Amasya'nın limon bahçelerinden ve Anadolu'nun engebeli yollarından tam da İtalyan Donanma Filosunun gemi güvertesine kadar sürükledi.
David büyükannesinin bilmediği kıyıya yakın bir gemi enkazının hikâyesini hatırladı. Çocukken bunları düşünerek uykuya dalardı ve anlatımındaki her detayı rüyasında görürdü. O zamandan bu yana 30 yıldan fazla geçmişti. Şimdi her şey yerine oturuyordu. "Senaryolar icat edilmez, gerçek hikâyelerde bulunur" diye düşündü.